SADAKO ÇILGINLIĞI

Son günlerde Tokyo'yu bir ''Sadako 3D'' çılgınlığı almış gidiyor. Sadako Türkiye'de ''Halka'' olarak bildiğimiz, Japonca orjinal adı ''Ringu'' olan korku filmindeki karakter. Şimdi Sadako'nun 3D olarak hazırlanmış yeni bir filmi gösterime giriyor. Film hakkında çok fazla bir detay bilmiyorum ama filmin reklamını yapış şekilleri gerçekten ilgi çekici.

İlk olarak ilgimi çekmesi Shibuya'da karşıdan karşıya geçerken rastladığım bu tır ile oldu. Burada sık sık büyük tırların üstünde reklam görebiliyorsunuz ama böylesini hiç görmemiştim.

Tırın arkasında Sadako'nun büyük bir maketi var.

Bu da arkadan görünüşü :) (Benim çektiğim fotoğraf pek başarılı olmadığından bu görseli şurdan aldım.)

Bir diğer ilginç reklam şekli ise aşağdaki fotoğraftaki gördüğünüz gibi. Ben buna rastlamadım ama duydum.
Bir anda Shibuya'da sanki televizyon içinden çıkıyormuş gibi gözüken Sadako'lar yürümeye başlamış !!
(Görsel şurdan.)

Ayrıca Sadako çılgınlığı Hello Kitty'yi bile etkilemiş olacak ki hemen Hello Kitty'nin Sadako olmuş halini yapmışlar :
Zaten Hello Kitty'yi sürekli kılıktan kılığı girmiş halde görebiliyorsunuz. Bana artık Hello Kitty görmekten gına geldi diyebilirim rahatlıkla !! (görsel)

Sadako çılgınlığını en iyi şekilde anlamak için aşağıdaki videoyu izlemenizi tavsiye ederim. Yukarıdakilerin özetini video halinde görebilirsiniz. Ayrıca bir beyzbol maçında da ilk vuruşu Sadako'ya yaptırmışlar, videoda o da mevcut.

İlgilenenler için:




EN SON OKUDUĞUM - # 4

THE WIND-UP BIRD CHRONICLE

Çok severek okuduğum Murakami kitaplarından biri daha bitti. Kitabın orjinal adı ''Nejimaki-dori Kuronikuru'', Türkçe'deki adı ise ''Zemberekkuşu'nun Güncesi''.
Ben kitabın ingilizce versiyonunu okudum. Tokyo'da bulunduğumuz bölgedenin kütüphanesine sık sık giderim, İngilizce kitaplar bölümündeki Murakami kitaplarınıdan birisiydi bu kitap.
Kitabın konusu bir iki cümleyle anlatılacak gibi değil bence. Yine de deneyeyim :)
Kedisini kaybeden ana karakter Toru Okada, sonra eşini aramaya başlıyor ve tanıştığı insanlar onu farklı olaylara sürüklerken, bir yandan Japon tarihinden kesitlerle, bir yandan gerçek üstü bazı öğelerle ve ana karakterin rüyalarıyla harmanlanan olaylar bizi kendi içine çekiveriyor.
Akıcı, etkileyici ve bitmesini istemediğim bir kitaptı. Japonya'da gençler arasında sevilen bir yazar olsa da orta yaş üstü kesim Murakami'nin modern tarzından ve klasik Japon öğelerinin dışında yazıyor olmasından dolayı kendisini pek sevmiyorlarmış. Ben bunu duymuştum ve ders verdiğim yaşlı teyzelere  özellikle sordum ve hepsi de burunlarını kıvırarak Murakami'yi sevmediklerini söylediler !! İlginç değil mi?

Kitapta her zamanki gibi yine müzikler de ön plandaydı. Kitabın ilk paragrafındaki müzikle bitirelim yazıyı o zaman.
Rossini'den ''The Thieving Magpie''


SON İZLEDİKLERİM

Bu aralar baya bir film izlemişim yazmaya başlayınca anladım :) Aslında izledikçe blog'a yazma niyetindeydim, geriye dönüp baktığımda izlediğim filmleri görmek keyifli diye başlamıştım bu seriye  ama pek vakit ayıramadım bir türlü. Bu seferlik toptan bir yazı olsun bakalım.

Öncelikle izlediğim Türk Filmlerinden bahsedeyim. Eşim evde olmadığı zamanlar eğer müsaitsem genelde Türk filmi izlemeye çalışıyorum. İnternet sağolsun birçok filmi izleme imkanı bulabiliyoruz.

KURTULUŞ SON DURAK

Kadına karşı şiddeti biraz da eğlenceli bir dille anlatan, çok akıcı ve oyuncularıyla göz dolduran bence çok başarılı bir filmdi.
Umarım amacına ulaşabilir ama maalesef gazeteleri okudukça ülkem adına ümidimi her geçen gün kaybediyorum.
Filmin kahramanlarının tek ilkesi ''Her türlü şiddete karşıyız'' (web sitesinden)

Anlayana tabi...


CELAL TAN VE AİLESİNİN AŞIRI ACIKLI HİKAYESİ

Aslında filmin başlığı bir nevi özeti gibi olmuş. Başarılı oyuncular ve akıcı denebilecek bir hikaye ile ara ara eğlendiren bir filmdi.
Çok bir beklenti içinde olmamak kaydıyla izlemeye değer bir filmdi bence.







BENİ UNUTMA

Bazen romantik film krizim tutar ve yine öyle bir günde denk geldiğim bir film ''Beni Unutma''. Filmin fragmanını izledim önce ve fragmanda filmde olacakları aynen anladım, sonu dahil. Ve haklı çıktım, aynen tahmin ettiklerim oldu, gayet klişe sahnelerin olduğu bir aşk filmi.
Ama nedense ben bu filmi sevdim. Nedenini bilemiyorum, Tuba Ünsal'a rağmen film hoşuma gitti. Belki de Mert Fırat'ın varlığı filmi izlenesi kılıyordu.  Ya da ben tam acıklı bir aşk filmi modundaydım :)



MİSAFİR

Misafirliğe gittiği evin hanımıyla (Lale Mansur) ilişki yaşayan ana karakter (Halil Ergenç) ve... ve'si yok aslında, bu kadar. Tamam ben film eleştirmeni falan değilim,  her türlü filmi de izlerim, yeniliklere ya da geleneksel tarzlara da açığımdır ama gelgelelim çok durağan filmleri sevemiyorum. Belki de genel olarak alıştığımız tempo biraz azalınca film beni boğuyor. Üstüne uzuuun sahneler de eklenince film keyif vermekten çok, ''filmin daha kaç dakikası kalmış'' diye sürekli kontrol ederek geçiyor. Kimse kusura bakmasın!



Şimdi gelelim izlediğim yabancı filmlere:

BROKEDOWN PALACE

Tayland'a tatile giden ve uyuşturucu kaçakçılığından kendilerini hapiste bulan iki arkadaşın öyküsü. Hikayenin gerçek olup olmadığını bilmiyorum ama benzer hikayelerin yaşandığını çok duydum. İbret verici bir hikaye.






                            
THE RIVER


Film 1951 yılında çevrilmiş. Amerikalı bir ailenin Hindistan'daki hayatlarından bir kesite yer veriliyor. Çok duru bir anlatımı olan filmde konu işlerinken Hindistan'ın geleneklerini göreneklerini de görebiliyorsunuz. Ben kendi adıma filmi beğendim. Bunda hep görmek istediğim Hindistan'la ilgili olması ve Bollywood sinemasıyla hiç alakasının olmaması da etkiliydi tabi.






INFESTATION

Filmin kahramanları bir gün kendilerini böcek ağlarına sarılmış bir şekilde bulurlar ve dünyanın böcek istilasına uğradığını anlayarak bunlarla mücadele etmeye başlarlar. Filmi izlenebilir kılan tek şey ise böceklerle mücadelenin ciddi bir şekilde değil de gayet komik olarak ele alınmış olması. Bana daha önce izlediğim ''Shaun of the Dead'' i hatırlattı biraz, onun kadar keyif vermese de izlenebilir bir filmdi.



VIDEODROME

1984 yılında çevrilmiş bir David Cronenberg filmi. Daha önce hiç duymamıştım ama baya meşhurmuş bu film. O zamanlar videoların popüleritesi düşünülürse, o zamanın bu ''teknoloji''sine gönderme yapılırken, cinsel ve fantastik unsurların yoğun olarak kullanıldığı izlerken keyif almadığım ama izlemiş olmak için izlediğim bir filmdi.





SHORT CUTS

1993 yapımı ve çok başarılı oyuncuların olduğu bir film. Birbirinden bağımsız gibi duran ama aslında birbirleriyle bir şekilde alakalı bir grup insanın yaşadıkları anlatılıyor. Ben normalde bu tarz filmleri severim, oyuncular da ilgimi çekince başladım izlemeye. Ama ben nereden bileyim filmin 187 dakika olduğunu !!! 3 saat filmi izleyip de etkili bir sona ulaşmayınca ve bana ''Bu mudur yani?'' dedirterek yaşattığı hayalkırıklığını tahmin edersiniz. Kötü değil ama bana beklediğimi vermedi. Bir de çok uzun.


SLITHER

Ben bu filmi neden izledim ve neden bu film hakkında bir şeyler yazmaya çalışıyorum bilemiyorum? Gerek yok. Sülük gibi ama insanların içine girip onları zombiye dönüştüren yaratıkların, insanlarla olan mücadelesi. Ben aslında bu tip filmler izleyebilirim ama işi dalgaya aldıkları zaman daha keyifli oluyor, burada zaman zaman dalgaya alıyor gibi yapmışlar ama olmamış. Vakit kaybı. Fazla söze gerek yok.




THE VOW

Ben yine romantik film modundayken karşıma çıkıverdi bu film. Tam da beklentimi karşıladı. Beni yormayıp keyifli, romantik bir 1,5 geçirip sonrasında kafamda soru işareti bırakıp beni delirtmeden huzur içinde bitti. Başka ne istenir ki romantik filmlerden :))



ÖĞLE YEMEĞİM

Bugün çok sıcak bir gün ve canım ağır olmayan serinletici bir şeyler yemek istedi. Neyse ki süpermarkette  aradığımı buldum.

Somonlu suşiler ve soba adı verilen noodle. Sağ üstteki sosu sobanın üstüne ekleyip yiyorsunuz. Hepsi soğuk yeniyor, kalorisi az ve sıcak yaz günleri için harika bir öğle yemeği  seçeneyi bence.

İLGİNÇ ÜRÜNLER


 Japonya'da kataloglardan ürün satışı oldukça yaygın. Geçenlerde rastladığım bir kataloğu karıştırırken gözüme çarpan ve ilginç olduğunu düşündüğüm bazı ürünleri sizlerle paylaşmak istedim. Aralarında Türkiye'de olanlar da olabilir ama ben ilk defa gördüğüm için ilginç geldi.


Bu ürün hokka burunlu olmak isteyenler için. Acaba gerçekten işe yarıyor mu merak ettim :)


Ağız çevresindeki kırışıklarından kurtulmak isteyen bayanlar için de ilginç bir çözüm üretmişler.


Japonya'da yağmur dışında özellikle güneşli havalarda da şemsiye kullanımı çok yaygın. Şimdi bunaltıcı yaz ayları da yaklaşıyor, hem şemsiye taşıyıp hem de terleyenler için şahane bir ürün bu şemsiye :) Şemsiyenin içinde küçük bir vantilatör var ve güneşten korunurken serinleyebiliyorsunuz da.

Yağmurlu bir havada elinizde ucundan sular damlayan şemsiyeyle bir mekana girip ortalığı kirletmemek için şemsiyenin kendinden bu suları içinde toplayan bir aparatı mevcut. Çok kullanışlı değil mi?

Şimdi de köpeği olanlar için bazı pratik çözümler var. Köpeğinizin tüylerini rahat kurutabilmeniz için saç kurutma makinasını asabileceğiniz bir aparat.


Yine köpeğinizi kurulamanızda yardımcı olacak bir başka çözüm. Gördüğünüz mavi kurulama havlusunun kendinden eldivenleri var ve kurularken havluyu tutmanızı kolaylaştırıyor.



Japonya sokaklarında beni en çok şaşırtan şeylerden biri de yukarıda gördüğünüz köpek taşıma arabaları. Köpeği olanlar sanki bebek arabasıymış gibi köpeklerini (genelde küçük köpekler) bu arabalarda taşıyorlar. Köpekler de bu durumdan oldukça memnun gözüküyorlar :)

Arabadan inerken rahat inmenizi sağlayacak, sağa sola dönebilen bir minder.


Işıksız bir ortamda anahtar deliğini bulmanıza yardımcı olmak için anahtara takılan küçük bir fener.


Aynı anda 3 farklı yemeği pişirebileceğiniz bir tava. Çok kullanışlı gözüküyor değil mi?

 Bu en komiği bence :)) Ayak yıkama terliği !!! Kendinden fırçalı, ayağınızı bolca sabunlayıp bu özel terlikte fırçalıyorsunuz :)) Bu Japonlar bir alem ne diyeyim :)

FUGU

Yine bir yemek yazısı ile karşınızdayım. Geçenlerde evlilik yıldönümümüzdü ve eşim beni her sene gelenekselleştirdiğimiz gibi güzel bir restorana götürdü. Restoranın önüne geldiğimde çok şaşırdım çünkü Japonya'da tadını pek de bilmediğim yemeklerden birinin restoranıydı ve çok da istekli olup olmadığım konusunda emin değildim !!

Restoran bir Fugu restoranıydı. Fugu'dan daha önce yazılarımdan birinde bahsetmiştim ama tekrar edeyim; Japon balon balığı ve çok zehirli. Sadece lisanslı kişiler tarafından hazırlanabiliyor. Yanlış kesildiği takdirde yiyince öldürüyor. Bu kadar tehlikeli olmasına rağmen Fugu restoranları oldukça çok. Fugu'yu kendi kendine avlayan ve kesmeye çalışıp yiyen balıkçılardan ölenler hala oluyormuş. Ama restoranlarda öyle bir tehlike yokmuş. Bu yazıyı yazabildiğime göre bizim gittiğimiz restorandakiler fuguyu doğru kesmeyi biliyor demektir :)

Restoranın girişi.

Yemeklerden önce bir ''hoşgeldiniz içeceği'' ikram ettiler. Sağdaki beyaz havlu her Japon restoranında oturur oturmaz veriliyor. Kışın sıcak havlu, yazın soğuk havlu oluyor. Yemekten önce ellerin silinmesi için.

Başlangıç tabağımız geldi, aşağıda daha detaylı fotolar var.

Yeşilliklerin üstünde minik karidesler, en üstte taze rendelenmiş zencefil, sağ üst köşede küçücük bir fugu eti ve hepsi ponzu isimli sosla tadlandırılmış. Japon mutfağında pek haz etmediğim nadir yemeklerden biri bu küçük karidesler ve bunların balık versiyonları. Buna rağmen yedim:)

Jölemsi şeffaf bir şeyin içinde fugu balığı kabukları var.

Bu da içinin görüntüsü. Enterasan bir şeydi. O jölenin ne olduğunu anlayamadım ya neyse :)

Sıradaki ise Fugu Saşimi yani çiğ Fugu. Mavi tabağın içindeki şeffaf etler saşimi, ortasındakiler de fugunun derisi. Sağdaki sosa bandırıp ya da onun üstündeki tabaktaki tuza bandırıp yiyebiliyorsunuz. Bir saşimi canavarı olarak çok beğendim.

Ara sıcak olarak servis edilen yemek bu gördüğünüz kapta geldi. Adı Çavanmuşi imiş.

Kapağı kaldırıyoruz ve karşımıza çıkan görüntü bu. Yumurta ve sütle yapılmış, biraz katı kıvamda ve içinde mantar ve fugu balığı olan ılık bir yemekti. Ben bu gördüğünüz fugu etli olanını seçtim. Eşimin seçtiği ise...

Fotoğraftan anlaşılmasa da  içinde Japoncada Suppon denilen, ''(Yenilebilir ) Kaplumbağa'' bulunuyordu. Ama zannetmeyin ki Japonlar sürekli Suppon yiyorlar, hayır hayır, bu özel bir lezzetmiş ve her restoranda karşınıza çıkmıyormuş. Gerçekten de ben ilk kez karşılaştım. Genel olarak bu yumurtalı Çavanmuşi denilen yemeği pek beğenmedim, yumurtayla aram pek iyi olmadığından olabilir. Ama itiraf ediyorum bu kaplumbağalının tadına baktım. Fikir olarak kaplumbağa eti yiyor olmak rahatsız ediciydi ama tadı pek de fena değildi.

Evet sıra ana yemekte. Fugu Nabe. Nabe dedikleri masanın ortasındaki ocağın üstünde pişirilen sulu yemekler. Genelde kışın daha popüler ve değişik çeşitleri mevcut. Burda önce su ve içine gördüğünüz yeşil renkli yosun konuldu. Bizde nasıl et suyu, tavuk suyu varsa Japonlarda da balıkla ve yosunlarla elde ettikleri dashi denilen bu su var.

Sonra içine Fugu eti ve sebzeler sırayla konuldu. Bu arada bunları hazırlayan orta yaşlı, kimonolu bir bayandı. Keşke fotoğrafını çekseymişim.

Evet sebzelerimiz ve fugu balığımız güzelce pişmeye başladı.

Yemeden önce sos tabaklarına bu gördüğünüz acılı olan karşımlardan da ekledik.

Ve yemeğe hazırız. Çok lezzetliydi.

Genelde nabe bittikten sonra kalan suyuna Udon denilen noodle (erişte) eklenir ve suyuyla birlikte yenilir. Ama bu restoranda benim daha önce hiç denemediğim Zousui denilen türü yani içine pilav eklenerek yapılanı vardı. Fotoda gördüğünüz artan suyun içindeki pilav.

Pilav biraz suyunu çekince içine pirinç kekleri ve yumurta eklendi.

Yumurtadan dolayı çok beğenmedim ama Nabe'nin kalan suyu o kadar lezzetliydi ki hepsini yiyiverdim.

Son olarak tatlımız geldi, evlilik yıldönümümüz dolayısıyla tabağın kenarına ''Happy Anniversary'' (mutlu yıldönümleri) yazılmıştı ve yanında gördüğünüz gülle birlikte geldi. Tabi bunlar eşimin fikriymiş :)

Sakura çiçeklerinden yapılmış dondurma ve pirinç kekinden yapılmış yeşil çaylı bir tatlı vardı. Azdı ama özdü. Özellikle dondurmayı çok beğendim.

İşte Fugu maceramız böyleydi. Japonya'ya gelmeden önce bir belgeselde görüp de ne kadar saçma bir şey, insan zehirli olan bir balığı nasıl yer, nasıl onun düzgün kesildiğine güvenir diye düşünmüştüm. Ama büyük konuşmamak lazımmış :)