EN SON İZLEDİĞİM

  Skyfall 007


Aslında aksiyon filmlerini pek sevmem ama dün evde ilaçlama vardı ve 2-3 saatimi dışarda geçirmem gerekiyordu, ben de ''hadi sinemaya gideyim bari'' deyip en yakındaki sinemaya gittim. Sinemadaki 3 salonda  Twilight Saga ve bir salonda da 007 vardı. Ben de hiç haz edemediğim bu vampir   serisindense  Skyfall 'u seçtim.

Film hakkında söyleyeceğim pek bir şey yok. Bir James Bond fanatiği olmamakla birlikte bir kere başlayınca kendini izlettiriyordu. Filmin başlangıcındaki İstanbul sahneleri çok heyecanlandırdı beni. Filmin bazı sahnelerinin İstanbul'da çekildiğini okumuştum bir ara ama filme giderken aklımdan çıkmıştı, bu yüzden güzel bir sürpriz oldu.

Bu filmle birlikte sinemaya uzun zamandır gitmediğimi farkettim. İnternetten istediğimiz her şeye istediğimiz zaman ulaşmanın verdiği tembellik, sinema perdesinin büyüsünü unutturmuş bana, bunu anladım.

Bu arada ilginç bir detay vermeden geçemeyeceğim. Malum ben Bangkok'tayım bu aralar. Bangkok'ta sinema salonlarında film başlamadan bir sürü fragman ve reklam izledikten sonra (yarım saat kadar) ekranda  bir yazı çıkıyor ''Lütfen Kralımızın marşı okunurken saygı kurallarına uyup ayağa kalkınız''. Bunu bir yerde okumuştum ve çok şaşırmıştım. Bu sefer kendim deneyimledim.
Ekranda bu yazı çıktıktan sonra salondaki herkes ayağa kalktı ve ekranda kralın görüntüleri gösterilirken bir yandan da Kralın Marşı çaldı. 1-2 dakikalık bu saygı duruşu bitince de hepimiz oturduk ve filmimiz başladı !!!

Dip Not: Tayland'da Kraliyet ailesine ve özellikle Krallarına çok saygı duyuluyor. Kralı herkes seviyor ve hakkında olumsuz hiçbir şey duymuyorsunuz zaten olumsuz konuşmak da yasak. Kral sadece bir simge, ülkeyi yöneten bir başbakanları var.

* Filmin Görseli burdan.

SON OKUDUKLARIM #22 ~ #23



# 22

Nefes Nefese
AYŞE KULİN 

Bu kitap Ayşe Kulin'in okuduğum 2. kitabıydı. Daha önce ''Füreya''yı okumuştum. Nefes Nefese kitabı gerçekten de adı gibi bir kitaptı. Hikayenin sürükleyiciliğinin yanında, 2. Dünya Savaşı sırasında katliama maruz kalan Musevileri kurtaran Türk diplomatlarına yer vermesi daha önce bilmediğim bir konu hakkında aydınlanmamı sağladı. Ayşe Kulin'in anlatımını seviyorum, daha çok kitabını okumalıyım sanırım.



# 23



Elveda Afrika Hoşçakal Paris

HIFZI TOPUZ

Anı kitaplarını oldum olası sevmişimdir. Hele anıları yazan Hıfzı Topuz gibi değerli, bilgi birikimi yüksek, dünya görüşü böylesine geniş biri olunca ortaya tam benlik bir kitap çıkmış. 

Hıfzı Topuz'u bundan 10 sene önce İstanbul kitap fuarında ''Çamlıca'nın Üç Gülü'' kitabının imza gününde görmüştüm. Kitabı alıp imzalatmış ve bir solukta okumuştum. Ardından kendisinin ''Tavcan Savaş Yıllarında Kültür Devrimi'' isimli Köy Enstitüleri ile ilgili olan kitabını okuyup bayılmıştım. 
En son okuduğum ''Elveda Afrika Hoşçakal Paris'' isimli anı kitabı ise yazarı daha fazla tanımama fırsat oldu. 

1923 doğumlu, Paris Unesco'da yıllarca çalışmış, görev nedeniyle çeşitli ülkelere ziyaretlerde bulunmuş, bir süre Afrika'da kalmış gazeteci, yazar, iletişimci olan Hıfzı Topuz çocukluk döneminden itibaren anılarını kaleme almış.
Bu kitaptan çok şey öğrendim. Tanımadığım birçok kişi hakkında bilgi edinmenin yanında, yazarın hayranı olduğum Türk ressamları ile olan dostluğu sayesinde bu ressamların- Nejad Devrimi Fikret Mualla, Abidin Dino, Avni Arbaş, Bedri Rahmi- hiç bilmediğim yönlerini öğrenmiş oldum. Hıfzı Topuz'un Nazım Hikmet'le olan anıları da ayrıca çok etkileyiciydi. Kara Afrika'nın hiç bilmediğim yönlerini,  eski İstanbul'u, Paris'i, Türkiye'de ve dünyada olup biten siyasal gelişmeleri bir aydının gözünden okumak çok keyifliydi.

Normalde kitaplardan pek alıntı yapmam ama yazarın Galatasaray'daki lise yıllarından arkadaşlıklarla ilgili yazdığı birkaç paragrafı paylaşmadan edemeyeceğim.

''   ... O yıllarda okullardaki arkadaşlıkların temellerinde yatan neydi? Liseyi bitirene kadar bizim aramızda ideolojik hiçbir görüş ayrılığı yoktu. Hepimiz Cumhuriyet'le yaşıttık, Cumhuriyet çocuklarıydık. Cumhuriyet'e inanıyorduk. Geçit törenlerinde, garlarda, Boğaz'da, Florya Plajı'nda, Büyükada'da, Meclisin önünde, Ankara Palas'ın kapısında, yollarda Atatürk'ü görmüştük. O bizden biriydi. Alkışlıyorduk, selam veriyordu, gülümsüyordu. Hepimiz Kemalisttik, ama ırkçı değildik. Azınlıklara da hiç üstten bakmıyorduk. Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Yahudi, Rum, Ermeni ayrımı yoktu.
   Dinin baskısı olmadan yetiştik. Dinsel inançlar aramızda hiç tartışma konusu olmuyordu. İçimizde namaz kılan yoktu, ama Ramazan'da sahura kalkan birkaç kişiyi de hiç yadırgamıyorduk.
   Hiç kimse Osmanlı döneminin, Saltanat'ın ve Hilafet'in özlemini çekmiyordu.
   Bize akılcılık ve aydınlanma düşünceleri yön verdi. Akıl ve mantık dışı hiçbir şeye inanmadık. Ne şeytandan korktuk, ne cinlerden, ne de çarpılmaktan. ''Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir'' sloganı bize yol gösterdi. Sokaklarda sarıklı, fesli insanlara ve kara çarşaflı kadınlara rastlamadan okulu bitirdik...''

İşte yazarın bu yazdıklarını okuduktan sonra yazarla aynı yaşlarda olan, üniversiteyi İstanbul'da okumuş, emekli öğretmen anneannemin geçen yaz 30 Ağustos'ta çelenk koyma yasağı üzerine neden hüngür hüngür ağladığını bir kez daha anladım. Yazarın yazdıkları anneannemden dinlediklerimle aynıydı. Anneannem için şimdi içinde bulunduğumuz dönemde yaşananları görüp ağlamak kadar doğal ne olabilir. 

Geri geri koşaradım giden bir ülke ve çoğunluğu olanı biteni sadece izleyen uyuşmuş zavallı, cahil bir halk...

Diyecek daha çok şey var da anlaması gerekenler ne de olsa anlayamayacaklar, en iyisi burada kesmek. 

KOH SAMET

Bangkok'tan yaklaşık 3 saatlik bir otobüs yolculuğu sonrası köhne bir tekne ile 40 dakikada ulaşılabilen çok keyifli bir ada Koh Samet.
Bangkok'ta yaşıyor olmanın verdiği avantajların biri de 2 günlük bir tatilde bile tropikal deniz keyfi yapmanın mümkün olması. Tabi kumu, denizi ve yıl boyu sıcağı sevenler için :)
Ekim ayının başında biz de 2 geceliğine bu sakin ve güzel adaya doğru yolaldık.

Ekim sonuna kadar süren yağmur mevsimi bizim Koh Samet'e gittiğimiz gün de devam ediyordu. Ama araştırdığım kadarıyla Koh Samet Tayland'daki diğer adalara göre yağmur mevsiminden en az etkilenen adaymış. Biz de bu yüzden oraya gitmeyi seçtik.

Otobüsle ada için tekneye bineceğimiz yere doğru yol alırken dışarısı. Oldukça moral bozucuydu.

Adaya gitmek için bindiğimiz teknelerin iskelesi. Bizim tekne o kadar yavaştı ki, ada yakın olmasına rağmen git git bitmedi. Sanki yüzsem aynı hızla gidermişim hissi verdi.(tamam abartıyorum ama gerçekten yavaştı)

Teknemiz ana karadan ayrılırken. Bulutlara dikkat !!

Adaya vardığımızda her şey oldukça normal gözüküyordu, hava güneşli ve yağmur yoktu.

Ada'nın bir tane ana yolu var, o yolla sahile ulaşıp, sahilin arkasındaki sadece arabalara ya da motorlara uygun olan bir yolla da diğer koylara gidilebiliyor.

Yağmurdan etkilenmiş gözüken küçük bir sokak. Biz gidene kadar su doluydu burası!!

Gittiğimizin ertesi günü hava biraz bulutluydu ama ara ara yüzünü gösteren güneş bizi mutlu etmeye yetmişti. Sahilde hediyelik eşya satan bu amca da etrafa gülücükler satıyordu.

Bu amca da bir tarafında muz, mango, diğer tarafında da hindistan cevizi suyu satıyordu.

Gittiğimiz koylardan ilk koy dışındakiler oldukça sakindi.Tabi bunda hafta içi gitmiş olmamızın da payı büyük. Hafta sonları ada Bangkok'tan gelen Taylarla dolu oluyormuş.

Kayaların üstündeki heykeller. Eminim bir anlamı vardır ama hiçbir bilgi yoktu.

Son günümüzde hava güneşliydi ve biz de adanın tadını güzelce çıkartabildik. Adada Koylar arasında yürüyüş yaptık. Yukarıdaki bu yürüyüş sırasında karşımıza çıkan küçük bir tapınak.

Aşağıdaki fotolar ise koylardan manzaralar.








Bu arada adada neler yemişiz onlara da bir göz atalım.

Bu benim sabah kahvaltım.

Bu da eşimin kahvaltısı. Kalın erişte, tavuk ve biraz da yumurta vardı içinde.

Öğlen yediğim tavada deniz mahsülleriyle kızartılmış pilav.

Bu da yanında içtiğim karpuz suyu !! Herkese tavsiye ederim. Yapımı çok kolay.
Karpuzları çekirdeklerinden ayıklayıp blender'a atın, içine biraz buz ekleyin ve karpuzlarla birlikte blender'dan geçirin. Burda genelde taze meyve sularına biraz şurup ekliyorlar. İsteğe bağlı tadlandırılabilinir.

Akşam yemeğinde yediğimiz Tay usulü sebzeli kızarmış sigara böreği. Soldaki hafif acılı ama aynı zamanda tatlı olan sosa bandırılıp yeniyor.

Sarımsak ve karabiber aromalı kızarmış balık ! Normalde böylesine büyük bir balığı kızarmış yeme fikri bana garip gelirdi ama o kadar lezzetli olmuştu ki, içi yumuşacıktı. Üstündeki galeta gibi duranlar ise kızarmış sarımsaktı. Balığın cinsini bilmiyorum ama Tayland'da büyük balıkları ızgara yapmanın yanında kızartmak da çok yaygın.

Ve Koh Samet'teki kısa tatilimiz de böyle geçti. Olur da Bangkok'a yolunuz düşerse ve 2 günlüğüne yakında bir deniz tatili yapmaya niyetlenirseniz, turistlerin henüz mahvetmediği, gece hayatı olmayan, tamamen dinlenmeye yönelik, sakin ve huzurlu bir ada olan Koh Samet'e mutlaka gidin derim.

SON OKUDUKLARIM #19 ~ #21


#19
Ferrari'sini Satan Bilge
ROBIN S. SHARMA

Bu kitabın popülerliği üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bir türlü elim deyip de okuyamamıştım. Kişisel gelişim kitaplarından pek hoşlanmamam ya da en çok satan kitapları okumak için aceleci davranmamamdan dolayı Ferrari'sini Satan Bilge'yle tanışmam 2012'nin Ekim ayını buldu. Belki de doğru zamanın gelmesi gerekiyordu bu kitabı okumam için ve o zaman da bu zamandı.
Akıcı anlatımı ve okudukça ,tabiri caizse, gaza getiren ''evet ben de yapabilirim'' dedirten deneyimleri çok etkiledi beni. Bir kişisel gelişim kitabını beğeneceğim aklımın ucundan geçmezdi doğrusu. Bakalım etkisi ne kadar sürecek.

#20
The Devil and Miss Prym
PAULO COELHO

Yazarın yıllar önce okuduğum ''Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım'' ve ''Veronika Ölmek İstiyor'' kitaplarından aklımda hiçbir şey kalmamasından mıdır nedir, Paulo Coelho'ya pek bir şans vermediğimi farkettim son yıllarda. Ve bu sefer karşıma Türkçe'ye ''Şeytan ve Genç Kadın'' adıyla çevrilen kitabın İngilizcesi çıkınca aldım elime ve okumaya başladım. Akıcı olduğu kesin , hikayede öğretici öğeler olduğu da kesin ama zannedersem pek benlik bir tarzı yok Paulo Coelho'nun. Dünyaca ünlü ve hep çok satanlar listesinde olan yazarın sadık okuyucularından biri olamayağım kesinleşti.

#21
Tavan Arasındaki Buda
JULIE OTSUKA

Son Türkiye ziyaretimde kitapçıda Yeni Çıkanlar bölümde gözüme çarpmıştı bu kitap. Yazarın Japon olması, kitabın Türkçe'ye İngilizce'den çevrilmiş olması ve konusu bu kitabı hemen almama neden olmuştu.
1900'lerin başında Japonya'dan Amerika'ya göç eden bir grup genç kadının evliliklerinin umdukları gibi olmaması, Amerika'da rahat bir hayat sürme hayallerinin yerine tüm gün çeşitli işlerde işçi olarak çalışmaları ve oradaki hayatları üzerine yazılmış bir roman. İlginç olanı ise birçoğumuzun bihaber olduğu bu olayların gerçek olması.
Yazarın anlatımı çok keyifli ve belki de Japonlarla ilgili olmasından dolayı benim için bir solukla biten ve etkisi uzun süre devam eden bir kitap oldu.