SUSHI

Dün akşam bizim evin yakınlarındaki bir sushi restoranına gittik. Sushi Japon mutfağı denince akla ilk gelen yemek olsa gerek. En azından buraya yerleşmeden önce benim için böyleydi. Japon mutfağında sushi dışında oldukça lezzetli yemekler de var. Ama şimdi biraz sushiden bahsedeceğim.

Sushi pirinç arasındaki çiğ balığın yosun yaprağına sarılmış hali olarak gözümüzde canlanıyor olabilir ama bu Sushi türlerinden birisi. Maki olarak adlandırılan bu tür dışında bir de pirincin üzerine çiğ balık konularak yenen, hiç bir yosun barındırmayan Nigiri var.

Sushi pirinci sadece haşlanmış pirinç değil. Pirincin haşlandıktan sonra içine sushi için kullanılan bir sirke konuluyor, pirinç  bir yandan karıştırılırken bir yandan yelpaze ile hafifçe ılımasını sağlıyorsunuz. Pirinç tam elinizin değebileceği sıcaklığa gelince de istenilen şekilde sarılıyor.
Biz zaman zaman evde arkadaşlarımızla sushi partisi yapıyoruz, işte o zaman sushiyi sarmanın ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Bizimki daha çok sushi dürümü gibi oluyor. Gerçekten düzgün bir şekil vermek ve ezmeden kesmek zor. Zaten bu yüzden olsa gerek sushi ustası olmak için eskiden 10 yıllık bir eğitim gerekiyormuş.

Buraya ilk geldiğimde yediğim ilk yemekti sushi. Eşimin babası bizi bir sushi restoranına götürmüştü. Dönen bir barın üzerinde sushiler ve barın ortasında sushileri hazırlayan usta vardı. Çok şaşırmıştım. Ve o gün yediğim sushiden sonra eşimin neden Japonya dışındayken sushi yemeğe pek tenezzül etmediğini gördüm. Benim Türkiye'de yediklerimle kıyaslanamayacak kadar lezzetli burdakiler.
Ben ayrıca Türk yemeklerinin de tadını burdaki restoranlarda alamıyorum. Bu yüzden her şeyi yerinde yemek en güzeli bence.

Neyse dönelim sushiye. Dün akşam gittiğimiz sushi'cide biraz fotoğraf çektim. Ben insanları çekmeye biraz çekiniyorum o yüzden bol bol sushi fotoğrafı çektim :)



Yukarıdakiler sushi restoranında henüz oturmadan hızlıca çektiğim fotolar. Genel havayı göstermek için koydum buraya da. Oldukça küçük ve bir sürü insanın yemek için beklediği bir restorandı.


Yukarıdaki kırmızı kabın içinde poşet yeşil çaylar var. Sushi'nin yanında, yeşil çay ya da bira içiliyor genelde. Bu yeşil çaylar her restoranda var ve ücretsiz.
Yeşil çay için sıcak su da oturduğunuz yerde hemen önünüzde mevcut.

Vee çayınız hazır :) Bittikçe istediğiniz kadar içebilirsiniz :)

Önümüzdeki barda sushiler dönerken ustalar da hızlı hızlı sushileri hazırlıyorlar. Ortada göremediğiniz ve yemek istediğiniz tür sushiyi ısmarlayabiliyorsunuz.
Başlangıcı benim en favori balığım somon ile yaptık. İki türlüsü var, bu resimdeki hafif ızgara yapılmış somonlu sushi. Nigiri türü bir sushi bu, yani dışında yosun olmayan.

Sonra Maguro yani tuna balığı ile devam ettik.
Bu da yine tuna ama başka bir bölümü ve ismi de Bintoro.
Yine tuna, bir önceki ile aynı balık ama bu kıyma haline getirilmiş hali.
Anago, bir çeşit yılan balığı. Çiğ olarak yenmiyor hafif pişirilmiş. Özellikle yazın yenen Unagi'ye benziyor.
Bu sefer çiğ somon balıklı sushi istedik. Çok lezzetli..
Bu da bildiğiniz karides. Hafif haşlanmış olanı. Çiğ olanı da var ama ondan yemedik bunu daha çok seviyoruz.
Bu balık da Tai. Türkçe'de ne olduğunu araştırırken Çupra olduğunu öğrendim. Çiğ çupra da pek lezzetliymiş tavsiye ederim :)))
Bu da Saba dedikleri balık, bizdeki uskumruymuş. Hafif tuzlanıp sirkede bekletilip öyle servis ediliyor. Benim favorim değil açıkçası.
Kani Sarada, yani yengeç etli ve salatalı sushi. Maki tarzı yani dışındaki yosuna sarılmış olan sushi. Oldukça lezzetliydi.
Unagi ve salatalıklı magi. Unagi yani yılan balığı, üstündeki de unagi ile yenen hafif tatlımsı bir sos.
Son olarak da içinde somon ve avokado bulunan bu makiyi yedik.

Sushileri yerken soya sosu ve wasabi ( yeşil renkli Japonya'da yetişen bir tür turptan hazırlanan acı hardal) de mutlaka bir kenarda olmalı. Sushi, soya sosu wasabi karışımına azıcık bandırılıp yeniliyor.
Ayrıca zencefil kökü turşusu yani Gari'de sushi restoranlarında mutlaka bulunuyor ve sushi ile birlikte arada yeniliyor.

Benim burda gösterdiklerim dışında daha bir sürü sushi türü var, ama hepsinden bir oturuşta yemek pek mümkün olmadığından şimdilik bunları ekledim. Japonya'da en çok Nigiri tarzı sushiler yeniliyor, Maki tarzı yani bizim sushi değince aklımıza gelen yosun sarılmış olanlar Nigiri kadar popüler değil.

''Ayy çiğ balık nasıl yiyorsuuun??'' diyenleri duyar gibiyim. Ama çiğ balık doğru yerde yenildiği zaman yani tazeliğinden eminseniz ve düzgün yapılmışsa, keyfine doyum olmayan bir yemek bence. Ön yargılardan uzaklaşıp denemeye değer bence :)

NHK

Geçen gün kapı gündüz saatlerinde kapı çaldı. Eşim açtı , biri bir şey dedi, eşim de ''Bizde tv yok'' dedi ve kapattı. Kimmiş diye sorunca, NHK'den geldiklerini ve para istediklerini söyledi. Ne! NHK'den gelip para mı istemişler nasıl yani ??

NHK, bizdeki TRT gibi devlet kanalı. Evinizde herhangi bir uydu sistemi olmasa da her türlü izleyebileceğiniz bir kanal yani. NHK'in farkı diğer kanallar kadar saçma programları olamaması ve reklam almaması. Ve NHK'in yıllardır süregelen benim de yeni öğrendiğim bir uygulaması varmış, o da ev ev dolaşıp televizyon izleyicilerinden para toplamak. İki aylık 2.690 Yen yani 50 TL civarında bir de ücreti var. Eğer herhangi bir uydu sistemine üyeyseniz NHK'in farklı kanallarını da izleme şansınız olduğundan bu ücretin neredeyse iki katını ödüyorsunuz. Ha tabi ayrıca uydunuzun aylık ödemesi bunun dışında. NHK'i izlemeniz ya da izlememeniz hiçbir şey değiştirmiyor bu parayı ödemek durumundaymışsınız.

Biz evde televizyonumuz olmadığını söyleyince görevli gitti yani görevlilerin evinize gelip doğru mu söylüyorsunuz diye bir kontrol etme hakkı yokmuş. Bu yüzden de birçok kişi tvsi olduğu halde olmadığını söyleyip bu parayı ödemiyormuş. Gerçi çoğunluk yine de şikayet etmeden ve sorgulamadan kuzu kuzu ödüyormuş . Ama devlet ödemeyenlerin sayısının arttığını fark edince bu NHK ödemesini zorunlu hale getirmek için bazı girişimlerde bulunmak üzereymiş. Çalışanların maaşından vergi olarak kesilmesi gibi de bir öneri söz konusuymuş mesela.

Ben bunları duyunca inanamadım ve bana çok garip geldi. Ama biraz araştırınca gördüm ki İngiltere'de BBC  de aynı sistemi uyguluyormuş üstelik orda evde televizyonum yok derseniz de yetkili evinize girip kontrol etme hakkına sahipmiş. Ödemediğiniz taktirde de yüklü bir cezası varmış.
Yani belki birçok kişi tarafından bilinen bir sistem ve belki ben çok cahilim ama ilgimi çektiği için paylaşmak istedim.

SABIR

Japonların hayran olduğum yanlarından biri sabırlı olmaları. Hele benim gibi çok sabırsız biri için Japonların sabrı gerçekten insan üstü. Mesela ben sıra beklemeyi sevmem. Eğer yemek yemeği planladığım restoranda oturacak yer yoksa beklemem başka bir yere giderim. Ama Japonlar eğer orda yemek yemek istiyorlarsa bekliyorlar, hem de öyle böyle değil restoranların önünde upuzun kuyruklar görüyorsunuz. Hem içerde yemek yiyen için sıkıntı verici bir durum, alelacele yemek yemesi gerektiğini düşündüren bir baskı hissettiriyor insanda, hem de dışarıda aç bir şekilde bekleyen için işkence ama dışarıda bekleyen bu durumu göze alarak bekliyor tabi ki.

Birkaç kere eşimin ailesi ile birlikte bu tarz restoranlarda yer boşalmasını dışarıdaki uzun kuyrukta beklemişliğim var. ''Neden sıra bekliyoruz başka yere gidelim'' dediğimde ise ''Buranın yemekleri çok meşhur'' cevabını alıyorum. Meşhur derken belki bir kere bir televizyon kanalı o restoranda yemekleri gösterdiyse o bölgede meşhur oluyor. Eğer önünde kuyruk varsa o restoran iyidir mantığı ile de Japonlar yaz, kış demeden sıra bekliyorlar.

Bu arada Japon televizyonlarında %80 yemek programı var. Gerçekten abartmıyorum. Türkiye'de de var evet biliyorum ama Japonya'dakiler de en az Türkiye'dekiler gibi saçma ve sayıları çok daha fazla. Burda tv izlemeye 1 saat dahi tahammül edemediğimden evimize taşınırken tv almadık, düşünün yani. Ee evde sürekli yemek programları izleyen halk da orda gördüğü restoranlara gidip o yemekleri tatmak uğruna restoran önünde kuyruk oluşturuyor herhalde. Ben başka bir açıklama bulamıyorum.

Japonların sabrından bahsederken internette dolaşan kalabalık tren videolarından da bahsetmeden geçemeyeceğim. Sabah trenlerin en kalabalık olduğu saatlerde birkaç kere trene bindim. Tren görevlilerinin izlediğim videodaki gibi insanları içeri tıkıştırdığını görmedim ama trende kesinlikle yer olmadığı halde insanlar hala trene biniyorlardı. Artık öyle bir sıkışıyor ki insan, işte o noktada bağırmak istedim. Sürekli oflayıp pufladım ama sonra fark ettim ki tek oflayan bendim. İşte burda da Japonların sabrını görmüş oldum. Öyle bir ortamda sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi sakince durmak bence imkansız. Ama onlar o sıkışık trende belli bir süre bulunmak zorunda olduklarını biliyorlar ve bu yüzden bağırsalar da çağırsalar da değiştirebilecekleri bir şey olmadığından dayanıyorlar. Trenler 2 dakikada bir geliyor ama tüm trenler kalabalık ve işe gitmek zorundalar. 

Buraya geldiğimden beri bir çok şeyi Türkiye ile kıyaslamaktan kendimi alamıyorum. Gerçi son zamanlarda artık bıraktım ama bu tren örneğinde kıyaslama yapmamak zor. O kalabalıkta zaten hareket etmeniz imkansızken 10 kişi daha trene binmeye çalışıyor, Türkiye'de olsa trendekiler '' Kardeşim yer yok görmüyor musun? Bir sonraki trene binsene!'' gibi şeyler söylerdi. Beşiktaş - Maslak hattında uzun süre dolmuş ve otobüs deneyimi olan biri olarak daha fazla örnek verebilirim ama siz zaten tahmin ediyorsunuzdur.

Tamam bu adamlar sabırlı sakin, grup harmonisini bozmamak çok önemli. Sessizliği bozmamalısınız, gruba aykırı davranmamalısınız vs. Bunlar günlük yaşamda rahatça gözlemlenebiliyor. Ama insan arada sırada da olsa bir şeylere tepki vermek istemez mi? Şikayet etmek istemez mi? 

Bazen bizim evin olduğu muhitte bir araba dolanıyor. Arabada hoparlör var ve hoparlörle yapılan gürültülü anonsta evdeki tv, klima, çamaşır makinası ve benzeri elektronik eşyalarınız alınır diye duyuru yapılıyor. Bu araba bir haftada en az 2-3 defa , üç sokak ileride de olsa duyulacak yükseklikte bir sesle her yeri inletiyor. Sanki insanlar evlerindeki elektronik aletleri bu kadar sık değiştirirmiş gibi. Ve bu araba genelde hafta sonu sabah 8:30 - 09:00 'da bunu yapıyor. Ve etraftan kimse şikayet etmiyor ki bu adam ( bunun gibi birkaç farklı araba da türedi son günlerde maalesef ) hala tam gaz gelmeye devam ediyor. Ben niye şikayet etmiyorum çünkü Japoncam henüz o seviyede değil. Eşim de hafta sonları genelde çalıştığı için benim kadar sık bu durumu yaşamıyor ve tabi ki Japonluğun verdiği  sabır gücü(!) ile de benim kadar söylenmiyor. Ben birkaç kez evden çıkıp peşine takıldım bu aracın ama başarılı olamadım o ayrı. Zaten adamı yakalasaydım da derdimi anlatamayacaktım.

Trenlerde kulağımdaki kulaklıktan kimsenin duyamayacağı müziğime laf eden Japonlar, hafta sonu gümbür gümbür sokakları inleten bu arabalara hiçbir şey demiyorlar ya işte ben buna çok bozuluyorum. Toplumda olan biten hiçbir olaya tepki göstermeyen ( eylem yapmak , protesto gösterisi düzenlemek vs gibi), hayatları işleri olan, adeta birer sabır küpü  olan sevgili çekik gözlü dostlarımızın sabır anlayışları beni her geçen gün şaşırttıkça şaşırtıyor . 
Ha, genelleme yapmak yanlış tabi, ama bloğumun adındaki gibi bunlar ''Benim gözümden''.

JAPONYA 日本


2009 Ağustos ayından beri yaşamakta olduğum, saygılı, kibar insanların, kiraz çiçeklerinin ülkesi Japonya.. Eşimin memleketi, benim de şimdilik evim.
Buraya geldiğimden beri gördüklerim, yaşadıklarım ve yaşamakta olduklarım o kadar çok ki, hatta yazmaya başlamakta biraz geciktiğimi de düşünmüyor değilim. Yazmaya bir yerden başlamak gerekiyordu ben de biraz şimdiyi, biraz geçmişi yazacağım dilim döndüğünce.


Buraya gelmeden önce Japonya ve Japonlar hakkında ne biliyorsun ya da ne düşünüyorsun diye sorsalardı çok da fazla bir şey diyemezdim herhalde. Türk halkı tarafından çok sevilen bir ırk, ülkelerine atom bombası atılmış, teknolojide çok ileriler, çok çalışkanlar, zekiler vs. Japonya'ya karşı özel bir ilgim yoktu yani. Benim için hep çok uzak ve gitmeyi planlamayacağım bir yerdi. Ama hayat çok garip ki beni ummadığım bir şekilde İstanbul'daki yaşantımdan çekip Tokyo'daki yeni hayatıma başlattı. Hani tesadüflere inanır mısınız geyikleri vardır ya, hiç de üstünde kafa yormadığım şeylerdendir ama bir an dönüp baktığımda bir sürü tesadüf sonucu şu an olduğum yerdeymişim gibi geliyor. Ama dediğim gibi benim pek üstünde durduğum bir konu değil bu. Şimdi biraz da Tokyo'dan bahsedelim.

TAYLAND

Tayland benim için çok özel bir yer. Daha önce Uzak Doğu ve Güneydoğu Asya hakkında pek bir bilgim yokken 3 sene önce o zaman erkek arkadaşım olan şimdiki eşimle Bangkok'ta buluştuk. O zaman kendisi Tokyo'daydı ben de İstanbul'da. Tek amacım erkek arkadaşımla buluşmaktı ve Tayland, Türk'lerden vize istememesi açısından son anda tatil planı yapmış olan benim için harika bir yerdi.


Yaklaşık 1 haftalık Bangkok ve Koh Chang tatili ardından Tayland'a ummadığım bir şekilde hayran kalarak İstanbul'daki koşturmacama devam ettim. Ama aklımın bir köşesinde tekrar gitme fikri hep vardı. 


İşte sonunda bu fikir gerçeğe dönüştü ve bu sefer Tokyo'dan eşimle Bangkok'a gittik. Tokyo Bangkok yakın zannedilmesin şaka maka 7,5 saatte gittik, 5,5 saatte döndük !! Hele benim gibi uçak fobisi olan biri için felaket (o da ayrı bir yazı konusu ya neyse!!).


Herkesin gittiği yerle ilgili görüşleri farklıdır, benim için de Tayland yani benim Tayland'ım eminim birçok kişininkinden farklı.

Havaalanından Bangkok'a ulaşmanın birden fazla yolu var, biz otobüsle gittik Bangkok'a. Bangkok'ta Khao San Road ineceğimiz yer idi. Eskiden yani Bangkok bu kadar turistik değilken bu caddenin olduğu bölge pirinç tarlasıymış. Zaten ismi Khao da pirinç anlamına geliyormuş. Ama şimdilerde Khao San Road genelde turistlerin konakladığı, eğlencenin sabaha kadar devam ettiği, Tayland'lıdan çok turist gördüğünüz bir yer. Bizim orda kalma amacımız tüm ada otobüslerinin ya da havaalanı otobüslerinin hareket noktası olmasıydı. Ama ilk gece bir hata yapıp tam Khao San Road üzerindeki bir otelde kaldık ve tüm gece gürültüden uyuyamadık. Siz siz olun cadde üstündeki bir otelde sakın kalmayın.

Tayland'a gelmeden önce Uzak Doğu yemek kültürü hakkında hiçbir fikrim yoktu. İlk gelişimde biraz bilgi edinmiştim. Son gidişimde ise gerçekten bir çok şeyi denedim. 


Tayland'lı olan bir arkadaşımızdan öğrendiğimize göre Bangkok'taki evlerde mutfak yokmuş. İnsanlar genelde dışarıdan yemek alıp yiyorlarmış. Tayland'a giden birçok kişi sokak satıcılarından yemek yemeğe cesaret edemiyor biliyorum ama açıkça söylemek gerekirse benim yediğim en lezzetli yemekler sokak satıcılarının yemekleriydi. Hele bir de acı seviyorsanız Tay mutfağı gerçekten muhteşem. Düşündükçe ağzım sulanıyor :) Favori yemeğim mi ? Tom Yum Soup.



Bangkok öncelikle çok turistik bir yer. Duyduğum kadarıyla dünyada Paris'ten sonra en çok turistin geldiği 2. şehirmiş. Sadece Tayland için değil, Vietnam'a ve Kamboçya'ya geçmek için de birçok kişinin geldiği bir şehir. Bu kadar turistik olunca da tabi ki kalabalık, bir sürü turist, sürekli bir şeyler satmak isteyen satıcılar, tuk tuk kiralamanız için sizi kandırmaya çalışan şoförler, birçok yer gibi buranın da vazgeçilmezi.

Ama benim gibi aşırı turistik yerlerden pek hazzetmeyen biri bile Bangkok'ta keyif alacak şeyler bulabilir. Taylandlılar gerçekten çok sıcakkanlılar, biraz geniş insanlar, özellikle Tokyo'nun disiplinli hayatından sonra Tayland'lıların genişliği pek bir hoşuma gitti. Otobüslerin tam saatinde kalkmaması, insanların Tokyo'daki gibi sürekli meşgul olmaması gibi örnekler verebilirim. 
Sürekli yaz olması, tabi arada muson yağmurları da oluyor ama hala sıcak, tropikal meyveleri sudan ucuza almanız (sudan ucuz derken Tokyo'daki pet şişe sularından ucuza meyve alabilirsiniz rahatlıkla), muhteşem güzellikteki tapınakları, lezzetli yemekleri için bence Tayland'a inince Bangkok'ta bir iki gün geçirmeye kesinlikle değer.

Tayland'ı maalesef seks turizmi konusunda çok meşhur ama inanın bu sadece olumsuz bir reklam. Çok daha ötesi var orda. Ben sadece 10 gün kaldım ve keşke daha çok kalabilseydim ve daha çok yerini görebilseydim demekten kendimi alamıyorum. Nereye gittiğinize bağlı, ben öyle seks turizmi yapan yerlere hiç rastlamadım doğrusu. O tarz yerlerin yoğun olduğu bölgeler varmış ama gitmezseniz farkına bile varmıyorsunuz.

Son günümüzde oranın en önemli festivallerinden Loi Krathong  Festivali vardı. Dolunaya denk gelen bu festivalde çiçeklerden hazırladıkları süslemeleri şehrin içindeki derelere bırakıyorlarmış. Festival alanları kurulmuştu ve kutlamalar yapılıyordu. Biz maalesef çiçekleri suya bırakma merasimine yetişemedik çünkü gece uçağımız vardı. Ama aşağıda, hazırlanan çiçek süslemelerinin fotolarını görebilirsiniz. 



Bangkok dışında bir de Koh Chang'a gittik. Koh Chang Bangkok'tan otobüsle 5-6 saat süren Tayland'ın 2. büyük adasıymış. Koh Chang'ın anlamı Fil Adası demekmiş. Fillere binmek için turlar falan vardı ama katılmadık, bir dahaki sefere artık.


Neden Koh Chang'ı seçtiğimize gelince öncelikle benim uçak fobim çok etkili bu kararda. Otobüsle ulaşılabilecek bir yer istedim. (Evet biliyorum uçak otobüsten daha güvenli, ama bunu bilmek fobimi geçirmiyor maalesef!) Hem de güneydeki meşhur adalar kadar turistin olmayacağını düşündüğüm için.  
Turist açısından Puket ve benzeri adalarda bulunmadığım için bilemeyeceğim ama rahatsız edici boyutta değildi en azından. 


Bangkok'tan Trat'a otobüsle ulaşıp sonra Trat'tan feribotla adaya ulaşabiliyorsunuz. Feribottan inince de hemen bekleyen taksiler var, onlara binip gideceğiniz plajda inebiliyorsunuz. 


Biz ilk Klong Prao Plajına gittik. Rus turistlerin yoğun olduğu ama sakin, sessiz gece hayatından uzak çok keyifli bir plajdı. 




2 gece burda kaldıktan sonra Lonely Beach'e gittik. Lonely Beach daha çok gençlerin olduğu ve biraz daha ucuza konaklama imkanı olan bir plajdı. Daha önceki gelişimizde de burda kalmıştık. Kaldığımız bungalovlar pek rahat ve temiz değildi. Bungalovun çatısı ile duvarlar arasında boşluklar vardı ve dışarıyı direkt görebiliyorduk. Gece yatağın üstündeki cibinlik kendimizi biraz olsun güvende hissetmemizi sağladı. Ama siz siz olun yine de sivri sinek için bir sprey bulundurun yanınızda. 
Lonely Beach'te kalacak birkaç tane daha alternatif var. Onlar daha rahat imkanlar sunuyor. Bizim burayı seçmemizin en önemli nedeni önceki gelişimizde kalmış olmamız ve bizim için anısı olmasıydı. Ayrıca plaja yürüyerek 10 dakika gibi bir mesafede daha fazla konaklama yeri var.




Tayland'da içimizi ısıtan güneşi, tropikal plajları, meyveleri, lezzetli yemekleri, samimi güleryüzlü insanları arkamızda bırakıp Tokyo'nun sonbaharına dönmek pek işimize gelmese de bir gün tekrar yolumuzun Tayland'a düşeceğini bilerek bu güzelliklere şimdilik veda ettik. 


10 günlük bu kısa tatilden başka notlar da olacaktır eminim. Zamanla onları da ekleyeceğim. 
Sevgiler

MERHABA こんにちは

Blog yazmak hiçbir zaman aklımda yoktu. Ama son yıllarda,  Japonya'da yaşıyor olmamın etkisiyle de çok malzeme birikti diyebilirim. Biraz da sevgili kuzenimin gazıyla en sonunda bir bloğum oldu :) Bakalım benim gibi yazma konusunda tembel birisi blog dünyasında ne kadar var olabilecek ! Aslında bu bloğu Japonca yazmak isterdim ama o seviyeye gelebilmem için daha çok beklemem gerekecek. Ben de şimdilik sadece Japonca ''Merhaba'' demek olan ''Konnichiva''yı başlıkta Japonca yazmakla yetindim.
Son 1,5 yıldır eşimin Japon olması ve burda çalışması nedeniyle Tokyo'da yaşıyoruz. Buraya gelmeden önce her ne kadar çok araştırma yapıp Japonya hakkında bilgi edinmiş olsam da yaşamaya başlayınca okuduklarımdan çok daha fazlası olduğunu gördüm. Bu bloğu sadece Japonya ile sınırlandırmayı düşünmüyorum tabi. Gezip gördüğüm başka yerler (öyle çok gezen biri değilim ama ilerde umarım olacağım), hayatta keyif aldığım her şeyden bahsetmeye çalışacağım.
İlk yazıma da henüz yeni döndüğüm kısa Tayland gezimizden bahsederek başlamak istiyorum.
Okuyan, okuyacak herkese sevgiler..


Bu arada adım niye mi Erihu ? Japoncada adımın okunuşu böyle de ondan :)) Japonca ile ilgili izlenimlerimi de yazmalıyım bir ara!