# 22
Nefes NefeseAYŞE KULİN
Bu kitap Ayşe Kulin'in okuduğum 2. kitabıydı. Daha önce ''Füreya''yı okumuştum. Nefes Nefese kitabı gerçekten de adı gibi bir kitaptı. Hikayenin sürükleyiciliğinin yanında, 2. Dünya Savaşı sırasında katliama maruz kalan Musevileri kurtaran Türk diplomatlarına yer vermesi daha önce bilmediğim bir konu hakkında aydınlanmamı sağladı. Ayşe Kulin'in anlatımını seviyorum, daha çok kitabını okumalıyım sanırım.
# 23
HIFZI TOPUZ
Anı kitaplarını oldum olası sevmişimdir. Hele anıları yazan Hıfzı Topuz gibi değerli, bilgi birikimi yüksek, dünya görüşü böylesine geniş biri olunca ortaya tam benlik bir kitap çıkmış.
Hıfzı Topuz'u bundan 10 sene önce İstanbul kitap fuarında ''Çamlıca'nın Üç Gülü'' kitabının imza gününde görmüştüm. Kitabı alıp imzalatmış ve bir solukta okumuştum. Ardından kendisinin ''Tavcan Savaş Yıllarında Kültür Devrimi'' isimli Köy Enstitüleri ile ilgili olan kitabını okuyup bayılmıştım.
En son okuduğum ''Elveda Afrika Hoşçakal Paris'' isimli anı kitabı ise yazarı daha fazla tanımama fırsat oldu.
1923 doğumlu, Paris Unesco'da yıllarca çalışmış, görev nedeniyle çeşitli ülkelere ziyaretlerde bulunmuş, bir süre Afrika'da kalmış gazeteci, yazar, iletişimci olan Hıfzı Topuz çocukluk döneminden itibaren anılarını kaleme almış.
Bu kitaptan çok şey öğrendim. Tanımadığım birçok kişi hakkında bilgi edinmenin yanında, yazarın hayranı olduğum Türk ressamları ile olan dostluğu sayesinde bu ressamların- Nejad Devrimi Fikret Mualla, Abidin Dino, Avni Arbaş, Bedri Rahmi- hiç bilmediğim yönlerini öğrenmiş oldum. Hıfzı Topuz'un Nazım Hikmet'le olan anıları da ayrıca çok etkileyiciydi. Kara Afrika'nın hiç bilmediğim yönlerini, eski İstanbul'u, Paris'i, Türkiye'de ve dünyada olup biten siyasal gelişmeleri bir aydının gözünden okumak çok keyifliydi.
Normalde kitaplardan pek alıntı yapmam ama yazarın Galatasaray'daki lise yıllarından arkadaşlıklarla ilgili yazdığı birkaç paragrafı paylaşmadan edemeyeceğim.
'' ... O yıllarda okullardaki arkadaşlıkların temellerinde yatan neydi? Liseyi bitirene kadar bizim aramızda ideolojik hiçbir görüş ayrılığı yoktu. Hepimiz Cumhuriyet'le yaşıttık, Cumhuriyet çocuklarıydık. Cumhuriyet'e inanıyorduk. Geçit törenlerinde, garlarda, Boğaz'da, Florya Plajı'nda, Büyükada'da, Meclisin önünde, Ankara Palas'ın kapısında, yollarda Atatürk'ü görmüştük. O bizden biriydi. Alkışlıyorduk, selam veriyordu, gülümsüyordu. Hepimiz Kemalisttik, ama ırkçı değildik. Azınlıklara da hiç üstten bakmıyorduk. Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Yahudi, Rum, Ermeni ayrımı yoktu.
Dinin baskısı olmadan yetiştik. Dinsel inançlar aramızda hiç tartışma konusu olmuyordu. İçimizde namaz kılan yoktu, ama Ramazan'da sahura kalkan birkaç kişiyi de hiç yadırgamıyorduk.
Hiç kimse Osmanlı döneminin, Saltanat'ın ve Hilafet'in özlemini çekmiyordu.
Bize akılcılık ve aydınlanma düşünceleri yön verdi. Akıl ve mantık dışı hiçbir şeye inanmadık. Ne şeytandan korktuk, ne cinlerden, ne de çarpılmaktan. ''Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir'' sloganı bize yol gösterdi. Sokaklarda sarıklı, fesli insanlara ve kara çarşaflı kadınlara rastlamadan okulu bitirdik...''
İşte yazarın bu yazdıklarını okuduktan sonra yazarla aynı yaşlarda olan, üniversiteyi İstanbul'da okumuş, emekli öğretmen anneannemin geçen yaz 30 Ağustos'ta çelenk koyma yasağı üzerine neden hüngür hüngür ağladığını bir kez daha anladım. Yazarın yazdıkları anneannemden dinlediklerimle aynıydı. Anneannem için şimdi içinde bulunduğumuz dönemde yaşananları görüp ağlamak kadar doğal ne olabilir.
Geri geri koşaradım giden bir ülke ve çoğunluğu olanı biteni sadece izleyen uyuşmuş zavallı, cahil bir halk...
Diyecek daha çok şey var da anlaması gerekenler ne de olsa anlayamayacaklar, en iyisi burada kesmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder